MECLİS-İ UMUMİ | Osmanlı'da İlk Seçim

MECLİS-İ UMUMİ




Osmanlı Devleti’nde birinci Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan Meclis-i ayan ile Meclis-i meb’usan’ın birleşmesiyle meydana gelen meclis, parlamento.

Birinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, daha önce hazırlanıp ilan edilen geçici bir talimata (Talimat-ı muvakkateye) göre ilk meb’us seçimleri 1877 yılının başında yapıldı. Bu talimata göre seçilen 69’u müslüman 46’sı gayr-i müslim 115 meb’us ile kırk üye yerine yirmi altısı tayin edilen Ayan meclisinden meydana gelen ilk Meclis-i umumi, 20 Mart 1877’de Dolmabahçe Sarayı’nın Divan-ı hümayun salonunda mabeyn başkatibi Mehmed Sa’id Bey’in (Paşa) Padişah’ın nutkunu okuduğu ve sultan İkinci Abdülhamid Han’ın da hazır bulunduğu törenle açıldı.

Divan yeri denilen yerde, Topkapı Sarayı’ndan gelen taht kuruldu. Tahtın sağında bakanlar, meb’uslar ve ayan meclisi üyeleri, Osmanlı birleşik milletleri ruhani reisleri (Patrik ve hahambaşı), devlet şurası ve Adliye erkanı yer aldı. Tahtın sol tarafında şeyhülislam, kazaskerler ve diğer ilmiye erkanı, gerilerinde de ferikler yer almışlardı. Bunların hizasında, önlerinde İran elçisi bulunduğu halde, İstanbul’daki yabancı devlet elçileri ve maiyyetleri yer aldı.

Teşrifat nazırı Kamil Bey’in idare ettiği açılış merasimine, az bir müddet kala, sultan İkinci Abdülhamid Han, sol tarafında veliahd Reşad Efendi ve şehzade Kemaleddin Efendi olduğu halde, salondaki yerini aldı. Hazırlamış olduğu açılış konuşması metnini başkatip Sa’id Paşa’ya verdi. O da öpüp başına koyduktan sonra bu metni okudu.

Sultan İkinci Abdülhamid Han, bu metinde, birinci defa toplanan Meclis-i umumiyi açmaktan duyduğu memnuniyeti belirttikten sonra, devletin idaresinde aslolanın adalet olduğunu, Osmanlı tebeasının din ve mezhep hürlüğünü altı yüz yıldan beri bu sayede muhafaza ettiğini ifade ediyordu.

Açılış töreninden sonra, ayan ve meb’usan meclisleri Ayasofya civarındaki eski Darülfünun binasında, kendilerine ayrılan yerlerde çalışmaya başladılar. “Padişahıma, vatanıma ve Kanun-i esasi hükümlerine, bana verilmiş olan vazifeye saygı gösterip, aksine hareket etmekten, sakınacağıma yemin ederim” şeklinde üyelerinin Kur’an-ı kerim üzerine yemin ettiği Meclis-i meb’usana ilk başkan olarak Ahmed Vefik Paşa tayin edildi.

Bu meclisde müslümanlardan başka azınlıklara mensub ve gayr-i müslim olan çok sayıda üye mevcuddu. Müslüman olduğu halde, seçildiği bölgenin devlet aleyhine olan isteklerini savunanlar da vardı. Daha ilk toplantılardan itibaren meb’uslar arasında memleket ve devlet işleriyle ilgili önemli görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Meb’usan meclisi 28 Haziran 1877’de çalışmalarını tamamlayarak dağıldı.

Umumi meclisin ikinci devre çalışması 13 Aralık 1877’de başladı ve 16 Şubat 1878’e kadar sürdü. Meclisin ikinci devre çalışması sırasında Doksanüç harbi diye bilinen Osmanlı-Rus harbi patlak verdi.

Ruslar, Tuna’yı aldılar ve Plevne’yi Gazi Osman Paşa’nın şanlı müdafaasına rağmen ele geçirdiler. Balkanlarda, Şıpka önlerine gelerek Sofya üzerine yürümeye hazırlandılar. Doğuda da Erzurum’u kuşattılar. Karadağlılar ise, çıkardıkları karışıklıklarla Bosna ve Hersek havalisini kana boğdular. Meclis-i umumi yaptığı tartışmalı ve gürültülü toplantılarda, memleket faydasına olan kararlar almak şöyle dursun, memleketin durumunu daha çok tehlikeye sokacak tartışmalara girdi. İkinci devre çalışmaları daha hareketli ve çekişmeli geçmeye başladı. Memleket ve millet faydasına çıkacak kanun çalışmalarını ve harb ile ilgili olarak alınacak tedbirleri bir tarafa bırakan Meb’usan meclisi, hükumet çalışmalarını tenkid etmekle ve seçildikleri bölgelerin bölücü isteklerini savunmakla meşgul oldular. Böylece asırlardır birlik ve beraberlik içinde yaşayan Osmanlı tebeasının birbirine düşmesine ve Osmanlı ülkesinin parçalanmasına hizmet ettiler. Azınlıkta kalan, vatanın bütünlüğü ve milletin birliğini savunan meb’usların sözleri de te’sirsiz hale geldi. Bu şartlar karşısında sultan İkinci Abdülhamid Han Kanun-i esasi’nin 43. maddesine dayanarak, 14 Şubat 1878’de Umumi meclisin kapatılmasını emretti. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın Meclis-i meb’usanı kapatma kararı, meclisin 14 Şubat 1878 tarihli toplantısında okundu. Meb’uslar dağıldılar. Böylelikle Birinci Meşrutiyet dönemini bitirmiş oldu.

Asırlardır Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına çalışan Rusya ve hıristiyan Avrupa devletlerinin tahrikleri ve Avrupa’ya devlet parasıyla tahsile gönderilip, yabancı fikirlerin te’sirinde kalarak Padişah’a, Osmanlı Devleti’ne ve Bab-ı ali hükümetlerine karşı çıkan, sözde aydınlardan meydana gelen İttihad ve Terakki komitesi, halkı, Padişah ve hükümet aleyhine kışkırttı. Ordudaki subayların grublara ayrılması sebebiyle memlekette otorite boşluğu meydana geldi.

İleri görüşlü bir devlet adamı olan sultan İkinci Abdülhamid Han, vuku bulacak tehlikeleri önlemek maksadıyla 30 sene, beş ay, dokuz gün sonra 23 Temmuz 1908’de, ikinci Meşrutiyeti ilan etti. Kanun-i esasi hükümlerine göre Kasım ayı başında meb’us (milletvekili) seçimlerinin yapılacağını, ilgili makamlara ve vilayetlere tebliğ etti. 1908 yılının Kasım ve Aralık aylarında yapılan meb’us seçimlerine İttihad ve Terakki fırkasıyla, Ahrar fırkası katıldı. Ordu içindeki subaylardan destek alan İttihad ve Terakki fırkası, rakibinin seçimlerde ekseriyeti kazanmaması için her türlü tedbire baş vurdu. Hatta etkisi altında bulundurduğu hükümet ve idare mekanizmalarından faydalanmak suretiyle, şiddet ve baskıya başvurmaktan da çekinmedi. Bu teşebbüslerinde de muvaffak olarak, İttihad ve Terakki fırkasının çoğunluğuna dayanan bir meb’uslar meclisi teşekkül etti. Kanun-i esasi gereğince Padişah tarafından seçilen Ayan meclisi ile Meb’uslar meclisinden meydana gelen Meclis-i umumi 4 Aralık 1908’de açıldı.

Meb’usan meclisinde çoğunluğa sahib olan, İttihad ve Terakki ile hükümetin arası kısa bir müddet içinde açıldı. 31 Mart vak’asından sonra sultan İkinci Abdülhamid Han tahttan indirilerek Selanik’e gönderildi. Yerine de beşinci Mehmed Reşad getirildi. Ekseriyeti İttihad ve Terakki tarafdarı, gayr-i müslim ve Türk olmayan unsurlardan meydana gelen Meclis-i meb’usan, Mayıs 1909’da Kanun-i esasi üzerinde değişiklikler yaptı. Meclis-i ayan ve Padişah tarafından da tasdik edilen değişikliklerin, Meclis-i meb’usanda görüşülmesi esnasında çok sert tartışmalar oldu. Bu değişikliklerle Padişah’ın ve Ayan meclisinin yetkisi daraltılıyor, Meclis-i meb’usanın yetkileri fazlalaştırılıyordu.

1911 yılının Kasım ayında İstanbul’da yapılan ara seçimi, İttihad ve Terakki fırkası kaybetti. Bu seçimi kazanan Hürriyet ve itilaf fırkası, mecliste, hükumetin Trablusgarb’ı savunmadaki başarısızlığı ile ilgili bir genel soruşturma istedi. Bazı İttihadçı meb’uslar da muhalefete katıldı. Meclisin kontrollerinden çıkmak üzere olduğunu gören İttihad ve Terakki fırkası ile gelenleri, sadrazam Said Paşa’dan meclisi fesh etmesini istediler. Bunu yapmak için Kanun-i esasi’nin 7 ve 35. maddelerini değiştirerek; padişaha, meclisle kabine arasında bir tartışma olmadan da meclisi fesh hakkı yeniden verilmek istendi. Hürriyet ve itilaf fırkası, padişahın yetkisini güçlendirmek için bu tedbirin alınmasını daha önce kendisi istediğinden karşı çıkmadı. Buna rağmen değişiklik teklifi mecliste reddedildi. Böylece meclisle kabine arasında görüş ayrılığı çıktı. Bu durum değiştirilmek istenen 35. madde ile çözüldü ve padişah 18 Ocak 1912’de Meclis-i meb’usanı fesh etti.

Sopalı seçim olarak anılan yeni bir umumi seçim yapılarak yeni Meclis-i meb’usan 18 Nisan 1912’de toplandı. Mayıs ayı içinde Kanun-i esasi’de yapılması istenen değişiklik tasarıları tekrar meclise getirildi. Bu tasanlar Meclis-i meb’usan dan geçtiyse de, Ayan meclisinin ve Padişah’ın tasdikinden bazı siyasi olaylar sebebiyle geçmedi.

Memleket ve millet faydasına kanunlar çıkarmaktan uzak olan Meclis-i meb’usan, kısır tartışmaların uzaması ve netice alınamaması üzerine, sadrazam Gazi Ahmed Muhtar Paşa tarafından 5 Ağustos 1912’de fesh ettirildi. Yeniden umumi meb’us seçimlerinin yapılması kararlaştırıldı. Fakat bu sırada Balkan harbi patlak verdi. Bunun üzerine, genel seçimler tehir olunarak memlekette örfi idare (sıkıyönetim) ilan edildi. Balkan harbi sırasında, Hürriyet ve İtilaf ağırlıklı Kamil Paşa hükümeti kuruldu. 23 Ocak 1913’de meydana gelen kanlı Bab-ı ali baskınından sonra iktidara gelen İttihad ve Terakki, 1914 seçimlerine tek parti olarak girdi. Dolayısıyla İttihad ve Terakki fırkası, Meclis-i meb’usanda tek parti olarak faaliyet gösterdi. Birinci Dünya savaşı boyunca faaliyetini sürdüren Meclis-i meb’usan, savaşın mağlubiyetle bitmesinden sonra imzalanan Mondros mütarekesiyle birlikte 21 Aralık 1918’de sultan Vahideddin Han tarafından yeniden seçim yapılmak üzere fesh edildi.

Yapılan seçimden sonra ilk toplantısını 12 Ocak 1920’de yapan son Meclis-i meb’usanın açılışına, sadrazam Ali Rıza Paşa katıldı. Bu toplantıya ancak 27 meb’us geldi. Ömrü kısa olan bu meclis, 16 Mart 1920 günü İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgal edilmesi üzerine 11 Nisan 1920 tarihinde Padişah’ın irade-i seniyyesi ile yeniden seçilmek üzere fesh edildi. Böylece Birinci Meşrutiyetin ilanından itibaren altı defa teşekkül etmiş olan Meclis-i meb’usan, tarihe karışmış oldu. 1876 Kanun-i esasisinde Meclis-i umumi olarak bildirilen meclis, ayan ve meb’usan olmak üzere iki ayrı hey’etten meydana geliyordu.

1- Ayan Meclisi:




Hey’et-i ayan adı da verilen bu meclisin üyeleri, padişah tarafından seçiliyordu. Bu hey’etin üye sayısı Meclis-i meb’usan’ın üçte birinden fazla olamaz ve Meclis-i meb’usanın hazırladığı bütçe ve tasarılarını görüşerek karara bağlar, lüzumu halinde tekrar görüşülmek üzere geriye gönderirdi. Kabul ettiği kanun tasarılarını, tasdik ederek, icra (uygulama) için sadrazama gönderirdi. Ayan meclisi üyeleri ömür boyu olmak şartıyla seçilirdi. Bu meclise üye olabilmek için; geçmişi ve görevi bakımından herkesin güvenini kazanmış, devlet hayatında değerli hizmet ve eserler vermiş ve kırk yaşını doldurmuş olmak gerekliydi. Ayan meclisi üyeliğine; vekillik, valilik, mareşallik, kazaskerlik, elçilik, patriklik, hahambaşılık vazifelerinde bulunmuş olan kimselerle, kara ve deniz ferikleri (korgeneral ve orgeneral) ve gerekli sıfatlara sahib kişiler seçiliyordu. Üyelerin aylık maaşı, on bin kuruş idi.

Ayan meclisi, Meb’usan meclisi toplanmadıkça toplanamazdı. Fevkalade hallerde, padişahın isteği veya meb’usların salt çoğunluğunun yazılı isteği ile vaktinden önce toplanabilirdi.

Birinci Meşrutiyetin ilanından sonra ilk olarak teşkil olunan Meclis-i umumide 40 kadar Ayan meclisi üyesinden ancak 26’sı tayin edildi. Bunların 21’i müslüman, diğerleri ise başka dinlerden olan kimselerdi. İlk Ayan meclisi başkanlığına Server Paşa getirilmişti. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın, Birinci Meşrutiyet Meclis-i meb’usanını fesh etmesinden sonra, Ayan meclisi üyeleri hiç bir vazifeye tayin edilmeyip normal maaşlarını aldılar. 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesi sırasında Ayan meclisi üyelerinden üç kişi hayatta kalmıştı. Bu üyeler İkinci Meşrutiyet’ten sonraki Ayan meclisinde de yer aldılar. Kadrosu zaman zaman değişen Ayan meclisinin vazifesi, mütareke devrinden İstanbul’un itilaf devletleri tarafından işgal edilmesine kadar devam etti. İşgal üzerine Meb’usan meclisi dağıldı ve vazife yapamaz duruma düştü. Ayan meclisi, 4 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulunca tamamen hükümsüz hale geldi.

2- Meb’usan Meclisi:




Meclis-i umuminin ikinci kısmını teşkil eden, Hey’et-i meb’usan adı da verilen bu meclisin üyeleri halk tarafından seçilirdi. Meb’usan meclisinin üye sayısı her 50.000 Osmanlı vatandaşına bir temsilci düşecek şekilde tesbit ediliyordu. Seçim gizli oyla yapılmaktaydı.

Osmanlı vatandaşı olmayan, özel bir durum gereğince geçici olarak yabancıların hizmetinde bulunan, Türkçe bilmeyen, 30 yaşını tamamlamamış, iflas ile mahkum olup da itibarı henüz iade edilmemiş olan, kötü hali ile şöhret bulan, daha önce hacir altına alınmasına hükmedilmiş olup da halen hacir altında bulunan, medeni haklardan mahrum olan ve başka devletin vatandaşı olduğunu iddia eden kimseler, bu meclise üye seçilemezdi. Ayrıca yapılacak seçimlerde meb’us seçilebilmek için, Türkçe okumak ve mümkün olduğu ölçüde yazmak şartı aranıyordu.

Meb’us seçimi her dört senede bir yapılır; seçilen tekrar seçimlere katılabilirdi. Hey’et-i meb’usan üyeleri sadece kendini seçen bölgenin vekili olmayıp, bütün Osmanlıların vekili hükmündeydi. Hey’et-i meb’usanın başkanlığına hey’et tarafından çoğunlukla üç; ikinci ve üçüncü başkanlıklara üçer kişi olmak üzere dokuz kişi seçilerek padişaha sunulur, bunlardan biri başkanlığa ikisi de başkan vekilliklerine, padişahın iradesiyle, tercih ve tayin olunurlardı. Meb’uslar meclisinin görüşmeleri aleni olup, bazı hallerde görüşmelerin gizli yapılmasına karar verilebilirdi.

Meb’us genel seçimine Hey’et-i meb’usanın toplantı tarihinin başlangıcı olan Kasım ayından asgari dört ay önce başlanacaktı. Seçmenler, meb’usları mensub oldukları vilayet ahalisi içinden seçmek zorundaydı. Üyeliklerde herhangi bir sebeble (ölüm, meclise devamsızlık, istifa ve mahkumiyet veya bir me’muriyete tayin edilmek gibi) boşalma durumunda, gelecek toplantıya katılabilmesi için, boşalan üyeliğe bir başkası usulüne uygun olarak tayin olunurdu. Boşalmış olan üyeliğe seçilecek üyenin görev müddeti bir sonraki genel seçime kadar sürerdi. Meb’uslara toplantı için her yıl hazineden 20.000 kuruş, aylık olarak da 5.000 kuruş maaş ödenirdi. Ayrıca maaşa, ek olarak seyahatler için harcırah da verilmekteydi. Bir kişi hem Ayan hem de Meb’usan meclisine aynı anda üye olamazdı.

Meclis-i umuminin çalışma esasları: Kanun-i esasi hükümlerine göre; Meclis-i umumiyi meydana getiren Ayan ve Meb’usan meclisleri her yıl Kasım ayı başında padişahın irade-i seniyyesi ile toplanır ve Mart ayı başında yine padişahın irade-i seniyyesi ile çalışmalarını tamamlardı.

Meclis-i umuminin açılışında bizzat padişah veya padişahı temsilen sadrazam, Vekiller hey’eti ile Hey’et-i ayan ve Hey’et-i meb’usanın bütün üyeleri hazır bulunurdu. Resmi açılış töreni yapılır, gelecek yıl için devletin iç durumu, dış münasebetleri ve bu hususlarda alınması gereken tedbirlerle ilgili padişahın nutku okunurdu.

Hey’et-i meb’usanın toplantı müddeti boyunca üyelerinden hiç biri, hey’et tarafından suçlanmasına yeterli delil bulunduğuna dair çoğunlukla karar verilmedikçe, tutuklanamaz ve mahkemeye verilemezdi. Meclis-i umumi üyeleri görüş, oy ve beyanlarında tamamen serbest olup, hiç bir üye, gerek meclis görüşmeleri sırasında ileri sürdükleri görüşlerden, gerekse kullandıkları oylardan dolayı tamamen hür olup hiç bir şekilde itham edilemezlerdi. Yalnız bir üye, meclisin iç nizamnamesine aykırı hareket ederse, o takdirde söz konusu nizamnamenin hükümlerine göre hakkında muamele yapılırdı. Meclis-i umumi üyelerinden birinin ihanet ve Kanun-i esasiyi ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlarından biri ile suçlu olduğuna, mensubu olduğu hey’etin (meclis) üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile karar verilirse, mahkum olan bir üyenin üyelik sıfatı düşerdi.

Meclis-i umuminin her iki hey’eti de üye tam sayılarının yarısından bir fazlası olmaksızın görüşmelere başlayamazdı. Üçte iki çoğunluk şartı aranmadığı her konuda, o sırada hey’ette hazır bulunan üye sayısının çoğunluğu ile karar verilir, oyların eşit olması halinde, hey’et başkanının oyu iki oy sayıldığından, başkanın oyunun bulunduğu taraf oylamayı kazanmış olurdu. Her hey’etin iç düzeni o hey’etin başkanı tarafından sağlanırdı.

Meclis-i Umuminin yetkileri: Memleket ve millet faydasına olan kanunları çıkarmakla vazifeli olan meclis-i umumiyi toplantıya çağırmaya ve tatil etmeye, gerektiği zaman Hey’et-i mebusanı fesh etmeye padişah yetkiliydi. Vekiller hey’eti (Bakanlar kurulu) Meclis-i umumiden güven oyu istemediği gibi, yalnızca padişaha karşı sorumlu olup, meclis-i umumiye karşı bir mes’uliyeti yoktu. Ancak Hey’et-i meb’usanın vazife sahasına giren bir konudan dolayı, vekiller hey’etinden bir üyenin mes’uliyet sahasıyla ilgili bir şikayette bulunduğu takdirde, şikayet konusu önce Hey’et-i meb’usan başkanlığına verilirdi. Başkan tarafından en geç üç gün içinde ilgili şubeye gönderilir, söz konusu şube tarafından gereken soruşturma yapılır, şikayet edilen vekilin savunması alınırdı. Şikayet konusunun görüşülmeye değer olduğuna çoğunlukça karar verildiği takdirde, düzenlenen kararname Hey’et-i meb’usanda okunur, gerekli görülürse şikayet edilen vekil, Hey’ete davet edilerek konuyla ilgili açıklamaları dinlenirdi. Hey’etin üye tam sayısının üçte ikisi şikayetin haklılığını kabul ederse, vekilin yargılanmasını taleb eden önerge sadarete sunulur ve ilgili vekil, padişahın irade-i seniyyesi ile Divan-ı aliye sevk edilirdi. Bu husus daha, sonra Kanun-i esaside yapılan değişiklikle değiştirilmiştir.




Vekiller hey’eti ile Hey’et-i meb’usan arasında uyuşmazlık zuhur edince, uyuşmazlık konusu olan kanunun kabulünde Vekiller hey’eti israr ederse, konu Hey’et-i meb’usanda tekrar görüşülürdü. Kanun, Hey’et-i meb’usan tarafından çoğunlukla ve ayrıntılı biçimde gerekçesi ile belirtilerek, yeniden reddedilmesi halinde, vekiller hey’etinin değiştirilmesi veya zamanında yeniden seçilmek üzere, Hey’et-i meb’usanın fesh edilmesi padişahın yetkisindeydi.

Meclis-i umumi toplantıda olmadığı zamanda devleti bir zarardan veya umumi emniyeti bozucu bir durumdan korumak gerektiği ve bu konuda çıkarılması gereken kanunun görüşülmesi için meclisin toplantıya çağırılmasına da zaman uygun olmadığı takdirde, Kanun-i esasiye aykırı olmamak üzere vekiller hey’eti tarafından alınan kararlar, Hey’et-i meb’usanın toplanıp da bu konuda alacağı karara kadar, irade-i seniyye ile geçici kanun hükmünde ve gücünde sayılırdı.

Vekillerden (bakan) her biri istediğinde Hey’et-i meb’usan ve Hey’et-i ayanın toplantılarında bulunabilir veya maiyyetinde bulunan yüksek dereceli bir me’muru temsilci olarak gönderebilir. Hey’etlerde konuşma yapabilir, konuşma sırasında hey’et üyelerinin önünde yer alırdı. Herhangi bir konuda vekillerden açıklama istenebilmesi için Hey’et-i meb’usanda çoğunlukla karar verilir ve vekil hey’ete davet edilirdi. Vekil ya bizzat kendisi katılır veya maiyyetindeki yüksek dereceli me’murlardan bir temsilci gönderir, o da sorulan sorulara cevap verirdi.

Yeni bir kanun veya mevcud kanunlardan birinin değiştirilmesi için teklif verme yetkisi Vekiller hey’etine aitti. Hey’et-i ayan ile Hey’et-i meb’usan ise kendi vazife sahalarına giren konularda kanun yapmak ve mevcud kanunlardan birinin değiştirilmesini teklif etmek için önce sadaret makamı aracılığıyla padişahdan onay alınması, yani padişahın irade-i seniyye yayınlaması gerekirdi. Bu takdirde, kanun konusunu ilgilendiren dairelerden alınacak açıklamalar üzerine, kanun teklifi Şura-yı devlet tarafından hazırlanırdı. Şura-yı devlette görüşülerek hazırlanan kanun teklifi, önce Hey’et-i meb’usanda, daha sonra da Hey’et-i ayanda görüşüldükten sonra kabul edildiği takdirde, padişahın tasdikiyle yani irade-i seniyyenin yayınlanmasıyla yürürlüğe girerdi. Söz konusu hey’etlerin herhangi birinde kesinlikle reddedilen bir kanun teklifi, o yılın toplantı müddetince bir daha görüşülemezdi. Hey’et-i ayan, Hey’et-i meb’usandan kendisine gelen kanun ve bütçe tekliflerini inceler, eğer bunlarda, dine, padişahın hukukuna, kanun-i esasi hükümlerine, devletin toprak bütünlüğüne, memleketin emniyetine, vatanın savunma ve korunmasına, umumi ahlaka aykırı ve zararlı bir nokta olduğunu görürse, görüşünü de belirterek, teklifleri ya kesinlikle red veya değiştirilmek ve düzeltilmek üzere Hey’et-i meb’usana iade eder, kabul ettiği kanun tasarılarını ise, onaylayarak sadarete sunardı.

Meclis-i meb’usanın kanun yapmak yetkisinde mevcud olan bu şartlar 1909’da kaldırılarak, meclis normal kanun teklif etme yetkisine kavuştu. Keza, bakanların padişaha karşı değil, meclise karşı sorumlu olması kuralı benimsendi. Ayrıca meclisin padişah tarafından feshi zorlaştırıcı (Bkz. Kanun-i Esasi).

Bu döneme aid tartışılan en önemli mes’ele Meclis-i meb’usanın İkinci Abdülhamid tarafından tatil edilmiş olmasıdır. Esasen 1878 yılında kabul edilen meşrutiyet, Osmanlı Devleti gerçeklerine hiç uygun değildi. O dönemde getirilmek istenen meşruti rejim, Avrupa ülkelerinde bile o düzeyde değildi. İngiltere, geniş anavatan dışı topraklarını tam bir sömürge gibi idare ediyordu. Örnek demokrasi olarak gösterilen İngiltere’de durum bu şekilde olduğu gibi, diğer batı devletlerinde de böyleydi. Alman İmparatorluğu gibi homojen bir devlette bile parlamentonun rolü oldukça zayıftı. Mesela hükümeti düşürme yetkisi bile yoktu. İmparatorluğu devlet başkanı ve şansölye (başbakan) mutlak yetkilerle idare ediyordu. Rusya’da değil azınlıklara, henüz Ruslara bile seçim hakkı tanınmamıştı. İlk Rus parlamentosu ancak İkinci Meşrutiyetten 3 yıl önce kurulabilmişti.

Birinci Meşrutiyet parlamentosunda gayr-i müslimler ve azınlıklar daha etkili idi. Birinci Meşrutiyet meclisi zabıtları Çırağan yangınında tamamen yok olduğu için, meclisin o günkü havası tam olarak bilinmemektedir. Fakat Hakkı Tarık Us’un hazırladığı zabıtlar okunursa görülür ki, müzakerelerde, yalnız rum, bulgar, ermeni, yahudi, romen, makedon, sırp, maruni gibi gayr-i müslim milletvekilleri değil; arap, arnavud, çerkeş, abaza, boşnak gibi müslüman fakat Türk olmayan milletvekilleri de garip isteklerde bulunmuşlardır. Bunlardan rum, ermeni ve arnavutlar kendi dillerinin de Türkçe yanında resmi dil olmasını ileri sürerken, bir kısmı daha da ileri giderek, muhtariyet, bağımsızlık istemişlerdir. Hatta bazı rum milletvekilleri, Türkiye’nin Girid’i ve Tesalya’yı Yunanistan’a bırakmasını söylemekten çekinmemişlerdir. Nitekim ermeni patriği Narses, Grandük Nikola’yı Yeşilköy’deki umumi karargahında ziyaret ederek, Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan Devleti’nin teşekkülü için Rusya’nın yardımını istemiştir. Bunu yapan kişi, bir Türk vatandaşı ve Padişah’ın bir tebeasıdır. En liberal Avrupa devletlerinde böyle bir ihaneti işleyenlerin, idamdan başka bir cezaya çarptırılmadıkları bir zamanda, bu gibi şahıslar Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde ellerini kollarını sallayarak gezmişler, devletin bütünlüğünü parçalamak için çalışmışlardır.

Bu manzara karşısında İkinci Abdülhamid Han’ın birinci Meclis-i meb’usanı süresiz tatilini, yapmış olduğu en büyük hizmetlerden biri olarak kabul etmemek büyük hata olur. Zamanının en büyük devlet adamı ve politikacısı olan bu Padişah, Meclis-i meb’usanı kapatmakla memlekete o gün yapılması gereken büyük ve en mühim hizmeti yapmıştır. Çünkü, Osmanlı İmparatorluğu’nu, Avrupa’da kızgın ve saldırgan bir emperyalizmin hüküm sürdüğü 1878’de tasfiye edilmekten kurtarmıştır. İmparatorluk o tarihte parçalanmış olsaydı, 1922’de İstanbul’u ve İzmir’i değil, ancak Konya ve Sivas’ı savunmak durumunda kalınabilinirdi. Nitekim 30 yıl sonra, 1908’de kurulan İkinci Meşrutiyet’i İttihad ve Terakki fırkası ancak 10 yıl yaşatabilmiştir. O da her türlü baskı, zulüm ve entrika ile geçmiştir. Tecrübesiz ve beceriksiz bir ekip, imparatorluğun da sonunu getirmiştir.

İkinci Abdülhamid’in Meb’usan meclisini dağıtması teşebbüsünü Almanya şansölyesi ve devrin sayılı devlet adamlarından prens Bİsmark, müşir Ali Nizami Paşa’ya; “Bir devlet, milli birliğe sahib olmadıkça, parlamentosunun faydasından ziyade zararı olur” diyerek, Osmanlı imparatorluğu’nda meclisin dağılmasını yerinde bulmuştur.


Bu içerik Gerçek Tarih Kulübü tarafından oluşturulmuştur.İçeriğin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

kaynak:
1) Türkiye’de Siyasi Rejim ve Anayasa Prensipleri (A. Fuad Başgil) 
2) Amme Hukukunun Ana Hatları (Recai Galip Okandan) 
3) Mufassal Osmanlı Tarihi; cild-4. sh. 3294 
4) İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi; cild-4, sh. 293 
5) Meclis-i Meb’usan; 1293-1877 (H.T. Us - İstanbul-1939) 
6) Mirat-ı Hakikat; sh. 202 

Etiketler: , , ,